
Tam olarak emin değilim bu aralar, ne olmak istediğimi de bilmiyorum, nerede, nasıl olmak istediğimi de. Bir şey istiyor muyum onun da farkında değilim gerçi. Ama biraz yalnızlık işimi görecek sanki. Bu yalnızlığı nasıl yaratacağımı bilmiyorum, ailemin bana ihtiyacı var, benimse onların yüzlerini görmeye bile tahammülüm olmuyor bazen. Bir sonraki yaz için hiçbir plan yapmayacağım. Hatta bir sonraki gün için bile… Telefon kullanmamaya başlayacağım bir ara. Kabuğuma çekilip, depresif takılma ihtiyacı içindeyim. Paragraflara ihtiyacım da yok. Filmlerdeki kahramanlara özenmeye başladım yeniden, kendimi çok da mükemmel görmüyorum uzun zamandır. Galiba büyüyorum. Ard arda aynı şarkıyı dinlemeyeli çok oldu, arabada bağırarak şarkı söyleyecek enerjiyi de bulamıyorum. Aşık da olamıyorum,çünkü aklımda, hayatımda bir kız, bir saç, yüz, göz var uzun zamandır. Galiba iyice olgunlaşıyorum. Hayaller kurmaya devam ediyorum, ama hızla küçüldüklerinin ve mantıklılaştıklarının farkına varıyorum. Garip, anlamsız rüyalar görüyorum, korkuyorum, karanlık bir gecenin en sessiz anında irkilerek uyanıyorum, yatağımdaki yalnızlıktan ürküyorum, dua ediyorum. Pişmanlıklarım da var artık, “hayatta hiç hata yapmadım, her yaptığımın sonuna kadar ardındayım.” temalı konuşmalar yapmaya hakkım yok. Galiba sıradanlaşıyorum. Sonra anlıyorum ki zaten sıradanmışım, kendime saygımı, sevgimi yitirmeye başlıyorum. Hayallerim küçülüyor, şu kırmızı salıncağın zincirlerini tutan o küçücük, masum ellerim, parmaklarım büyürken… Yalnız kalmak istiyorum, bir yandan da ondan çok korkuyorum. Filmler, şarkılar beni üzemiyor eskisi gibi. “Weber’in kurguladığı ideal tip sen değilsin işte ulan!” diye üstüne saldırıp, silkinmek istediğim insanlar var. Girdiğim her karanlıktan beni çıkartacağına inandıklarımı ben onların karanlıklarından çıkartamıyorum ki… Ağlama sesleri duyuyorum, müziği kısıp dikkatlice dinliyorum, değilmiş diyorum, rahatlamakla, tedirginlik arasında gidip geliyorum. Hafta sonları evden hiç çıkmıyorum, saatlerce uyuyorum, yine de yorgun, isteksiz, keyifsiz oluyorum, az konuşuyorum, yararsız şeylerle uğraşıyorum. Aynadaki görüntüm eskisi gibi haz vermiyor, gülümseyip göz kırpamıyorum ona, kendimi çok da sevmiyorum. Galiba yaşlanıyorum. Bir şey istiyor muyum bilmiyorum bu aralar, yoğun bir isteksizlik var, onunla boğuşuyorum işte, öylesine. Elbet biter, yiter, gider diye. Etrafıma bakınıyorum. Geçen gün benden yedi yaş büyük biriyle tanıştım. Merdivenlere oturmuş çay içiyordu. Benden daha olgundu, kendimi dünyanın en olgunu sanardım halbuki. Olgundu benden, düşünüyordu, gözlerini kısarak, adını söyledi benden önce, tanıştık öylece, ayaküstü. Olgundu benden, şu an beni düşünmeyecek kadar olgundu. Adının ilk iki harfi benimkinin ikinci harfiyle aynıydı, ama hayır! Adını ilk söyleyen bendim. Evet, evet, bana adımı sormuştu. Evet, ilk ben söylemiştim, o da fark etti hemen ilk ve ikici harfin aynı olduğunu, gülümsemesinden anladım, bana adını benden sonra söyledi, gülümsedi. Tokalaşmadık da, gülümsedik. Hayatımda daha önce bana kimse “Adın ne?” diye sormamıştı. Tanışma anında “Ben xyz” derdi herkes, sonra da memnun olurdu. Merdivenlere oturmuş çay içiyordu… Filmler, şarkılar bir şey hissettirmiyor bana bu aralar. Macerasız, zevksiz kitaplar okuyorum. Erkenden kültürlenme, yeni şeyler öğrenme kisvesi altında iyice duygusuzlaşıyorum. Hayatımda kimse yok çünkü onun hayatı olmuşum, aylar, yıllar sonra. Kimseyi düşünemiyorum ondan başka, şıpsevdiliğim yalan oldu, galiba büyüyorum, iyice olgunlaşıyorum, sıradanlaşıyorum ve yaşlanıyorum. Ha bir de, hayallerim küçülüyor ve çok korkuyorum…
ama şunu biliyorum OLGUNLUGUMLA LEMİ BİR TEK SENİ SEVİYORUM…